25 Mayıs 2011 Çarşamba

Adını unutabilmek için, türlü türlü düzanbazlıklar hazırlıyorum yüreğime
Hep biraz avuntu, biraz aşk başka tenlerde...

-Zasta-

Siyah kutu...


Bazen, herkesden çok cesaretliyiz yürekliyiz ya hani...

Saatlerdir karşımda duran minik bir kutu...
Uzun uzun bakıyorum, arada kaçırıp gözlerimi,
Sanki yapışacak yakama
-Hadi al!
Diye bağıracak...
-Aç beni!

Bazen anılar, anıyı yaşayanlardan daha çok cesaretli oluyor
Onu anımsamaktan korkan insanların karşısına ulu orta çıkmaktan hiç çekinmiyor...

Ve biz, ayıp bir şey yapıyormuşuz gibi unutmaya çalışarak
Yakalanıyoruz
Bir şarkıya, bir şiire, bir kokuya, bir kutuya...

Bazen, herkesden çok cesaretliyiz yürekliyiz ya hani...
...
...

-Zasta-

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Gönderemediğim mektuplar


Sevgilim;
Aylardan beri biriktirdiğim cümleleri tutamıyorum artık avuçlarımda. Kendimi zapdetmek boşa bir çaba. Ne zaman sana dolsam, sızıveriyor yüreğim bulduğu en kuytu çatlaktan...
Sol yanımın boşluğuyla uyanıyorum sabahları, yokluğunla karşı karşıya kaldığımda cereyan yapıyor, üşüyorum. Tarifsiz...
Kalemi kağıdı elime alamıyorum bayadır. Bu yüzden; bu soğuk ve gürültülü klavye tuşlarından anlatmaya çalışacağım sana derdimi. Silemediğim izleri...
Geçen akşam evinin önünden geçtim, belki de kaç yıl sonra ilk kez... Yüksek ve bol ışıklı binalardan seçemedim, hangisindesin? Ya da hala orada mısın? O rengarenk ışıkların gözlerimin önünde nasıl buğulandığına şahit oldum. Buzlu bir camın ardın bakmak gibi... O hasret dolu ıslaklıktan bir tanesi daha bir cesaretli olmuş olacak ki atı verdi kendini göz çukurumdan... Netleşti bir anda herşey, kareler gelip geçti hızla beynimden ve bir tarih takılı kaldı uçurumda, atamadım...
Çok da soğuk olmayan bir sonbahar akşamıydı... Tek hatırladığım (ya da öyle hatırlamak istediğim) sıradan bir mesaj sesiydi.
Sonrası yok...

O günden beri film şeridimdeki o kopuk sahneyi bulmaya hiç uğraşmadım.
Sustum yalnızca...
Dağınık kalmalı herşey, böyle daha az görürüm kanayan yanlarımı...

Hasretle...


-Zasta-

6 Mayıs 2011 Cuma

Bana elini ver


Fazla uzun sürmez vedalar, gri boyalı hastane odalarında
Pek kalmaz sıcaklığı bedeninin kırışık, beyaz çarşaflarda...
Bakışlar kısa sürelidir,
Bir insanın kendi sesi kendine ne kadar yabancı gelebilecekse,
O kadar ecnebidir kelimeler işte.
İçinde bastırmaya çok da çaba sarfetmediğin, kendiliğinden münzevi çığlıklar, haykırışlar...
Ölümle yaşam arasındaki o çizginin en belirgin ve tezat bir şekilde en silik olduğu bu hastane koridorlarında...
Gri bir beton soğukluğunda atmosfere karışıyor nefesim...
Uzanıyorum bulutlara
Bana yaşam ver Tanrım...

Bana elini ver...

-Zasta-