6 Eylül 2011 Salı

Zaman dilimi


Diyorum ki;
Gücüm yetmez herşeyi baştan anlatmaya
Şimdi en son kaldığım yerden uyanayım sana.
Bir 'günaydın'dan daha fazlasını söyle,
Hoşgeldin de...
...
Hoş geleyim önce
Sonra bir boş vereyim.
Öyle geçip gitsin,
Hayatımda tattığım en minik zaman dilimim...

-Zasta

8 Temmuz 2011 Cuma

23:23


23:26
Çok düşünmeli miyim yoksa aklımdan geçenleri direkt yazmalı mıyım sana, bilmiyorum.

23:41
Parmaklarım klavyenin tuşlarında, öylece donup kalmışım. Her ikisini de yapmanın zaman aldığını görüyorum boş sayfada. Demek, sözün bittiği yermişsin. Bitişin başladığı yer...

23:43
Aklıma ne geldi biliyor musun? Bilmiyorsun. Hatta şuan seni düşleyen biri olup olmadığını da bilmiyorsun. Arkanı döndüğünde yumuşak adımlarla giriyorum dünyana, sen gözlerini kapatıyorsun, ben; senden faydalanıyorum. Sahibi görmeden bahçedeki meyva ağacını yağmalayan çocuklar gibi. Gizli gizli... Eli yüzü bulaşık, her an topuklamaya bağışık...

23:46
Az önce aklıma neyin geldiğini unuttum. Ama farketmiyor başka birşeyi düşünüyorum şuan. Islık çalıyorsun telefonun diğer ucunda. -Depresif- diyorsun -Depresif, önce hangi hastayı ameliyata alsam? Ahmet, Zeki, Mustafa...-

23:51
Farkındayım, gereksiz bir ayrıntıydı aklıma gelen. Hep en ufakları düşünebiliyorum. Devasa olanlara yetemiyorum. Bir süre daha kalsınlar şuracıkta.(Kalbimi gösterdim, hissettin mi?)

23:52
Tam bir dakika önce, elimi bastırdım ya sol göğsüme. Tanrım! Ben seni ne çok özlemişim öyle. Sanki kader çizgilerimde hissettim yokluğunu. Çok da uzun sayılmayan bir ömrün tam orta yerinde, kocaman bir hortum gibi yokluğun. Uuu gençliğim ürperdi bir an.

23:55
Yelkovan ne kadar da yavaş, sen yanımdayken de böyle miydi?

23:59
Birazdan Çok kötü bir şey olacak, Tam 1 dakika sonra!

00:00
560 ! Yazıyla yazayım, beşyüzaltmış! Yüzünü görmeyeli tam beşyüzaltmış gün. Dile kolay, bir de sana kolay...

00:23
Yirmiüç dakika sürdü, aradan bir günün daha geçmiş olmasını algılamam. Belki bu sarışın olmamın verdiği bir aksama, ama sen severdin saçlarımı. En ufak değişikliği bile farkederdin. Akıllı adamdın! Belki de ondan sevmedin, sevemedin beni...

00:26
Saçım dedim, aklıma ellerin geldi. Saçımı okşamıştın, ondan dolayı. Yoksa şaraptan mı sandın sen?

00:34
Ellerin dedim. Ellerin...

00:53
Sigara yaktım, içmeme kızardın ama yaktım yine de. Neden bilmiyorum ama, içimde bir yeri acıtasım geliyor. Bu yüzden, belki mazoşist diyeceksin ama başka bir zarar vermeliyim kendime sanki. Bu benim, kendi kendime keşfettiğim bir tedavi şekli. Belki sen o şifalı parmaklarınla bir el atsaydın, buna hiç gerek kalmayacaktı. Belki yeşilaycı bile olabilirdim.

00:55
Şimdi hangi şehirdesin? Bunu öğrenmeye hiç cesaret edemedim ve sanırım hiçbir zaman edemeyeceğim!

00:58
Hangi kadının kollarındasın? İsmi ne? Kaç yaşında? Yoo yo! Bilmemek en iyisi, bu beni terörist yapabilir... Bir şehri komple yağmalayabilirim. Güzel yurdum bütünüyle kalsın, ben içimde bölünerek çoğalırım.

01:01
Saat böyle olunca şey derler ya -sevgilin seni düşünüyor- Ah insan oğlu! Sevdiğinin seni her saat başı düşündüğünü ummak, ne büyük bir iyimserlik! Ağlamak istiyorum.

01:25
Sevgili, şu çalan şarkı beni sana zorluyor. Ama çok kararlıyım 217 gündür elim telefona hiç gitmiyor!

01:32
Bana montumu uzatmıştın kalkarken. Ayağın aksıyordu, üç gün önce maça gitmiştin. Hoş şeyler, bunları anımsamak içimde ekvator etkisi yaratıyor...

01:33
Biliyor musun? Ben ilk kez birinin ağzına dayadığı şişeden su içtim... Bu benim için önemliydi...

01:36
Bak, şimdi sana asla bilemeyeceğin birşey söyliyeceğim. Asla ve asla hatırlamayacağın, senin için 1 saniyeden ibaret bir anını dondurdum. İlginç ama 560gündür onunla yaşıyorum. Hayat, çok tuhaf! Sen hiç hatırlamıyorsun, ben hiç hatırımdan çıkarmıyorum...

01:42
Seni, beni sevmemekle suçlamayacağım. Bence bu dünyada en iyi ben terkedilirdim!


01:46
Belleğim beni kaldıramayacağım bir ton anıya doğru sürüklüyor. Anımsadıkça dahası geliyor. İnsanın, ömründe beş saat gördüğü bir adam için bu kadar fazla şey hatırlaması, bu kadar anıya sahip olması... Bu da bir oyun olsa gerek...

01:59
Gitmeliyim, korkuyorum!

02:02
Umarım beni düşlüyorsundur...


-Zasta-







6 Temmuz 2011 Çarşamba

İki satır...

Haklı olduklarımın üstünden çok zaman geçti,
Unutmak; gel-gitlerin çokça olduğu bir yanılgıdır demiştin, henüz anlıyorum...

-Zasta-

24 Haziran 2011 Cuma

İçimi döktüm, peçete verin!


Terkettim yüzünü, gözümü açtığım bir yaz sabahında

Kırışık ve tozlu çarşafların arasında

Düşürdüm tenimden tenini, sonunu hayra yoramadığım bir rüyada.

Bak sevgilim, gördün mü?

Kuşlar böcekler falan diyor herkes,

Ben hala dizlerime kadar karla kaplı bir kış akşamındayım.

Kendimi birkaç yüzyıl geriye attım

Biraz daha dursam bu şekil, yani, ateşi bile bulacağım.

Küllerinden doğmak zor iş sevdiğim.

Hani, birkaç kez denemişliğimiz var

Beceremedik pek...

Filmlerde oluyor genelde mucizevi şeyler,

Bir de peygamber kitaplarında okuyoruz.

Biz kuluz sevdiğim

Yanmayı biliriz en iyi

Cennet, cehennem, sevda farketmez.

Günlerdir cümle kuramamanın kuraklığı var içimde,

Gözlerim de kendine başka bir yatak bulmuş olacak.

Belki de unuttum ağlamayı

Ne dersin?

Dünyalı mı oluyorum ben de?

Yok sevgilim yok.

Ben boynunda barış işareti taşıyacak kadar savaşçıyım henüz!

Peşinden gelmeyi bile bilmem ben.

Çok aciz, çok zavallıyım...

Ne dünya ne ahiret malıyım.

Tasımı tarağımı toplayıp gideceğim bir yüreğin vardı,

Herkes hariç bi benim gözlerim ağmaydı...

Sevgilim, sana bir sır vereceğim.

Gülme ama, ben hala hangi şehirde olduğunu bile bilmiyorum.

Bu yüzden, İstanbul hariç, hepsi için ölüyorum tam seksen kez.

Seksen kez gömüyorum ruhumu aya

Aydan bakıyorum dünyaya, milyonlarca ruh

Hepsi aşktan aforoz,

Hepsi cennetlik!

Böyle tuhaf bir ironiye emanet tüm sevdalar,

Tüm göz yaşları, kalp ağrıları...

Şimdi sevdiğim,

Yine tamamlamaya cesaret edemem hasretimi, bu da yarım kalsın.

Sen bu satırlardan bir haber

Ben her zamankinden beter

Çok amaçlı bir intihar şekli cümleler...

Hasretle...


-Zasta-

14 Haziran 2011 Salı

Azat buzat beni ahirette gözet!


Bilmiyorum, hangisinden başlayayım anlatmaya

Herşey eksik gibi...


-Tamamlanmamıştık ki yarım kalasın- diyeceksin belki ama,

Hissettiğim şey tam olarak yarım kalmak değil aslında. Bütünüm ama çatlak heryanım.

Öyle bir çarpıp gittin ki yüreğimin kapısını...

O anda, yitirdim aşka olan tüm inancımı.


Hataydı belki,

İnanmak hata...


Ve bazı hataların bedeli büyük olur dostum Zasta,

Tahmin etmen gerekirdi...

Gardını düşürmemen gerekirdi...

Şimdi yenilgini kutlaman gerek, aç göğüs kafesini!

Şimdiye kadar çok dedim, sana da derim

Azat buzat beni ahirette gözet!


-Zasta-

7 Haziran 2011 Salı

Soru: 1


Nereye koyduğunu unuttuğun bir kağıt parçası,
Hiç beklemediğin bir anda,
Eski bir kitabın arasından düşerse eğer;
Saniyede kaç kilometre hızla deler bir kalbi?

-Zasta-

2 Haziran 2011 Perşembe

Kağıt kesiği


Bir kağıt kesiği gibi, avuçlarımda bıraktığın yara
İnce, belirsiz...
Gözle göremem ama hissederim
Ne zaman anlatmaya kalksam seni...
Hepsini severim harflerin
Fakat içinden beş tanesini getiremem yanyana
Sayfalar sızlar
Bir kağıt kesiği gibi avuçlarımda bıraktığın yara
İnce, belirsiz...

Ah sevgili;

Sen hiç, seni yazmayı denedin mi?

-Zasta-

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Adını unutabilmek için, türlü türlü düzanbazlıklar hazırlıyorum yüreğime
Hep biraz avuntu, biraz aşk başka tenlerde...

-Zasta-

Siyah kutu...


Bazen, herkesden çok cesaretliyiz yürekliyiz ya hani...

Saatlerdir karşımda duran minik bir kutu...
Uzun uzun bakıyorum, arada kaçırıp gözlerimi,
Sanki yapışacak yakama
-Hadi al!
Diye bağıracak...
-Aç beni!

Bazen anılar, anıyı yaşayanlardan daha çok cesaretli oluyor
Onu anımsamaktan korkan insanların karşısına ulu orta çıkmaktan hiç çekinmiyor...

Ve biz, ayıp bir şey yapıyormuşuz gibi unutmaya çalışarak
Yakalanıyoruz
Bir şarkıya, bir şiire, bir kokuya, bir kutuya...

Bazen, herkesden çok cesaretliyiz yürekliyiz ya hani...
...
...

-Zasta-

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Gönderemediğim mektuplar


Sevgilim;
Aylardan beri biriktirdiğim cümleleri tutamıyorum artık avuçlarımda. Kendimi zapdetmek boşa bir çaba. Ne zaman sana dolsam, sızıveriyor yüreğim bulduğu en kuytu çatlaktan...
Sol yanımın boşluğuyla uyanıyorum sabahları, yokluğunla karşı karşıya kaldığımda cereyan yapıyor, üşüyorum. Tarifsiz...
Kalemi kağıdı elime alamıyorum bayadır. Bu yüzden; bu soğuk ve gürültülü klavye tuşlarından anlatmaya çalışacağım sana derdimi. Silemediğim izleri...
Geçen akşam evinin önünden geçtim, belki de kaç yıl sonra ilk kez... Yüksek ve bol ışıklı binalardan seçemedim, hangisindesin? Ya da hala orada mısın? O rengarenk ışıkların gözlerimin önünde nasıl buğulandığına şahit oldum. Buzlu bir camın ardın bakmak gibi... O hasret dolu ıslaklıktan bir tanesi daha bir cesaretli olmuş olacak ki atı verdi kendini göz çukurumdan... Netleşti bir anda herşey, kareler gelip geçti hızla beynimden ve bir tarih takılı kaldı uçurumda, atamadım...
Çok da soğuk olmayan bir sonbahar akşamıydı... Tek hatırladığım (ya da öyle hatırlamak istediğim) sıradan bir mesaj sesiydi.
Sonrası yok...

O günden beri film şeridimdeki o kopuk sahneyi bulmaya hiç uğraşmadım.
Sustum yalnızca...
Dağınık kalmalı herşey, böyle daha az görürüm kanayan yanlarımı...

Hasretle...


-Zasta-

6 Mayıs 2011 Cuma

Bana elini ver


Fazla uzun sürmez vedalar, gri boyalı hastane odalarında
Pek kalmaz sıcaklığı bedeninin kırışık, beyaz çarşaflarda...
Bakışlar kısa sürelidir,
Bir insanın kendi sesi kendine ne kadar yabancı gelebilecekse,
O kadar ecnebidir kelimeler işte.
İçinde bastırmaya çok da çaba sarfetmediğin, kendiliğinden münzevi çığlıklar, haykırışlar...
Ölümle yaşam arasındaki o çizginin en belirgin ve tezat bir şekilde en silik olduğu bu hastane koridorlarında...
Gri bir beton soğukluğunda atmosfere karışıyor nefesim...
Uzanıyorum bulutlara
Bana yaşam ver Tanrım...

Bana elini ver...

-Zasta-

19 Nisan 2011 Salı

Gölge



Bırak,
O tek mum yanık kalsın baş ucunda

Gölgen varsa,
Yalnız sayılmazsın hayatta...

-Zasta-

13 Nisan 2011 Çarşamba

Sol'dum



Alfredo;
Bana; 'sol' yanımda, bir yürekten fazlasını taşımayı sen öğrettin.
Bakmanın değil, görebilmenin bir duyu olduğunu...
Ve sen ezberlettin bana, uzak dağların türküsünü.
Alfredo; yumruğunu sıkarak ve vurarak masanın üstüne, güneşli cümleler kurardın bu ülkeye...
O uzun saçlarında dev'rim rüzgarları, keskin bakışlarında gecikmeli bir zafer...
Alfredo; sen davanda yenildiğin günden beri,
Alfredo; sen geceleri uyku nedir bilmeden savaştığın bu toprakların altına girdiğin günden beri...
Güneş doğudan hiç doğmadı ama batı hep sıcaktı.
Analamadım Alfredo!
Sen konuşmayacaksan, ben konuşmayacaksam kim konuşacaktı?
Artık savaşmaya gücüm kalmadı Alfredo.
Başka diyarların adamı...
Ben de diğerleri gibiyim.
Susmak da bir erdemdir diyip, kendimi mühürledim.
Bir sürü maske biriktirdim, hepsi birbirinden şık bir görsen...
Ama hiç biri, benim için çizdiğin mutlu yüzlere benzemiyor...
Hiç biri yüreğime yakışmıyor
Yüzüme küçük geliyor ama taşıyorum yinede
Çünkü Alfredo;
Buralarda kimse çıplak gezemiyor...
Beni affet ve gittiğin yerde bahset!
Onun suçu değil de!
Onun suçu değil!

-Zasta-

Neden-Sonuç


Hep biraz karmaşık geliyor mantığıma
Aşk ile ayrılık arasındaki neden-sonuç...
Bulamıyorum!
Neden hep son? Neden hep uç?

-Zasta-

1 Nisan 2011 Cuma

Şeker de sanmış ilacı...


Bizler;
Kıvrım kıvrım kıvranıp tahtalı köyü boylamanın,
Anlık bir yanılgı olduğunu ilkokul sıralarında öğrenmiş çocuklarız...

Öyle her ilacı şeker sanıp yutmayız!

-Zasta-

30 Mart 2011 Çarşamba

Bırak peşimi Darcy


Bir garip yaradır zihnimde ellerin
Sıcacık avuç içlerin
Gözlerin; hala tam olarak seçemedim rengini
Cıvıl cıvıl bir ormanı anımsatır sadece, o kadar işte...
Arada bir kokular gelir burnuma
Kendimi hayal ederim;
Üç oda bir salon evin koltuğunda.
Ayağı aksak bir aşkın peşinden yürürüm
Elini uzatırsın, tutmak ne haddime!
Şimdi kızıyorum ama kendime.
Konuşuyorsun,
Hatta ne çok konuşuyorsun sevgili
Hiçbir şey anlamıyorum
Sesinin bayramını kutluyorum kulaklarımda
Bir görsen içimi, nasıl mutlu hücrelerim
Ne anlattığının önemi yok,
Şu şenlik meydanı,
Kışı kıskandıran şu bahar havası.
Hele bir de öptün ya alnımdan...
...
Ah sevgili; nasıl da anlayamadım
Bunun açık ve net bir veda olduğunu?

Şimdi izlerini silmek için uğraşırken zihnimden
Başka ruhların sıcağında erirken
Elim; yarım bardak kolanın soğuğunda
Aklım; yarım kalmış tavlanın son rakamında...
Bekleme diyorum kendime,
Bekleme!
Üzüleceksin...

-Zasta-

+25 Hikayeler


Yine ölüm öncesi ayrılık seanslarımdan birindeyim.
Çok içtim
O kadar çok iç'tim ki hatta
İçim dışımı seçemiyor
Dışım içime bakamıyor
Bileklerimden akıyor yüreğim
Ellerim avuçlarıma sığmıyor
Damarlarım ayaklarımı bağlıyor
Bağırmak; kulağıma çok sessiz kalıyor!
Aşk denen şey;
Ayrılıktan ölüme doğru tuhaf bir evrim geçiriyor
-Nasıl yani- deme
Ben de şaşırdım
Nasıl bir şizofren hale bürünmüşsem artık...
Aynada da bir ara tanır gibi oldum kendimi
Ama çok sürmedi
Kendimi tanımamla yabancılaşmam bir oldu!
Çok uğraştım,
Uğr'aştım da
Fakat, pek beceremedim, senle yaptığımız şeyleri yeniden yapabilmeyi...
Yemek yiyemedim mesela
Uyuyamadım
Yürüyemedim
Göremedim
Sövemedim
Yapamadım
Edemedim
...
Ben en iyi ölmeyi becerebilirdim
Olmadı işte
Oraya da sensiz gidemedim...

-Zasta-

11 Mart 2011 Cuma

Efradını Cami Ağyarını Mani



Çocukluk düşlerimin hepsi senin olsun
Düşüşlerim bende kalsın.
Dut ağacının, uzanamadığım dalları senin olsun
Tahta merdivenin kıymıkları bende kalsın.
İlkokul öğretmenimin öğrettikleri senin olsun
O çok özendiğim kırmızı ojeleri bende kalsın.
Aşka benzettiğim o minik heycan senin olsun
Masumiyeti bende kalsın.
Ortaokulda adımı okulun duvarlarına yazan o delikanlı, senin olsun
Kırmızı boyalı, seni seviyorum yazısı bende kalsın.
Yaz akşamlarının bütün eve çağırılmaları senin olsun
Çekirdek kabuklarının dudağımda bıraktığı tuz, bende kalsın.
Sabahtan akşama kadar oturduğum o duvarın bıraktığı sancılar senin olsun
Arkamda duran hanımeli ağacının kokusu bende kalsın.
Pencerede beklerken, pervazın dirseklerimde oluşturduğu çizgiler senin olsun
Rüzgarın; saçlarımda bıraktığı yaz kokusu bende kalsın.
Lise yıllarımdan kalma tüm haylazlık planlarım senin olsun
Pişmanlıklarım bende kalsın.
Arkadaşlarımın bana düşen işleri senin olsun
Büyüklük; yine bende kalsın.
Kendimden zorla uzaklaştırdıklarım senin olsun
Bırak; ah'ları bende kalsın.
Benden zorla uzaklaştırdıklarının ah'ları senin olsun
Bırak; anıları bende kalsın.
Adını dilimde unuttuklarım senin olsun
Yüreğime kazıdıklarım bende kalsın.
Gözlerinin rengini unuttuğum erkekler senin olsun
Gözlerinin renginde kaybolduklarım bende kalsın.
Kader çizgilerinde adıma rastlamadıklarım senin olsun
Adımda; kader çizgilerinden anlamlar yarattıklarım bende kalsın.
Cam kırıkları senin olsun
İzleri bende kalsın.
Hayallerimden tükettiklerim, senin olsun
Ürettiklerim bende kalsın.
Ne kadar yaşarım, bilmiyorum ama
Yazamadıklarımın hepsi senin olsun Tanrım
İmzası bende kalsın...

-Zasta-

Yükle'm

Birtek; içinde 'sen' olan cümleleri ayıramam öğelerine.
Kim, nereye, ne zaman, niçin gitmişse gitmiş işte...

Ey gizli öznem;
Tüm yüklemleri çalıp gittin ömrümden
Geriye darmadağın bir alfabe bıraktın yalnızca
Hadi şimdi; anlat yazabilirsen...

-Zasta-

9 Mart 2011 Çarşamba

Sen nerede üşüyorsun? Ben nerede eriyorum?

Bir kar tanesiyim ben.
Koskoca gökyüzünde savrulurum,
Hiçbir rüzgar ürpertmez tüylerimi
Ve hep tanıdık bir iklimde yitiririm düşlerimi...
Çok acıklı bu, nasıl söylesem?
Bana benzeyen milyarlarca kar tanesi var
Ama yasak!
Hiçbirine değemem...
Sen; çok uzak bir toprakta ışıldarsın kırmızı yanaklı çocuklara.
Ben; eriyip yok olurum çamurlu
bir beton sıcaklığında...

-Zasta-

Darcy;

Alışıyorum Darcy...
Kader çizgilerinden çok uzak bir şehirde nefes almaya ve yokluğuna kucak açmaya.
Bıraktığın hıçkırıklara, avuçlarımı kanatan şu ayrılık parçalarına.
Ceplerimde biriktirdiğim hasret kırıntılarına.

Doğmak gibi, ölmek gibi!
Alışıyorum Darcy...

-Zasta-

Kundak

Annemin beni kundakladığı günden beridir bu izler
Avuçlarımdan rüzgara karışan bu küller...
Ben zaten yanıyordum sen geldiğinde
Yani sevgilim, endişelenme!
Belki Sur'a üflediğinde israfil;
...Belki, belki o zaman sönerim

Kim bilir?
...

-Zasta-

25 Şubat 2011 Cuma

Özlüyorum! Ölüyorum!


Ağlamama neden olan şey; yastığa sımsıkı sarılıp, beynimin mi yüreğime sorduğu, yüreğimin mi beynime sorduğunu anlayamadığım, istemdışı kurduğum şu cümle:
-Sana neden sarılmadım?-

Çok geçti üstünden; ayları saydım ama günlere bölünce işin içinden çıkamadım. Vazgeçtim, yokluğun yokmuş gibi davranacağım artık.
Çünkü özlemek; tehlikeli olmaya başladı son zamanlarda.
Mesela; 'özlemek'le 'ölmek' arasında iki harfin oynadığını farkettim...
Hatta bunu birinci tekil şahısın, şimdiki zamanına uyarladığımızda bir harfe düşüyor aradaki tehlikeli fark...
Özlüyorum!
Ölüyorum!

İşte bu yüzden artık sorgulamayacağım, seni son gördüğüm gün, neden sarılmadığımı boynuna... O hep bir pişmanlık kalacak koynumda... Ama şu sıralar, ölüm kol geziyorken kanımda, yaşamak adına; daha dikkatli daha saydam seveceğim seni...

-Zasta-

23 Şubat 2011 Çarşamba

Biliyorum ve Biliyor



Biliyorum!
Aşk; yine teğet geçecek yüreğimi.
Yaşanamayan her şey kırık bir cam gibi,
En derininde,
En şiddetinde yoklayacak bileklerimi...
Ben hep ayrılıklara sobeleneceğim
Her sokakta, her köşe başında.
Ve hep onikiden vuracak beni yalnızlık...
Biliyorum!

-Zasta-

22 Şubat 2011 Salı

Anlatamamakta da bir hayır var!



İyi ki alfabe yalnızca yirmidokuz harf,
İyi ki kelime dağarcığımın üstü kapalı,
İyi ki dilbilgim bağlıyor elimi kolumu...
Yoksa;
Allah muhafaza!
Bendeki seni bir anlatsam
O cümleleri bulup bir kağıda döksem;
İntihar; farz olurdu ayrılıklara...

Sonra; kimse...
Kimse dönmezdi gittiği yerden...

-Zasta-

21 Şubat 2011 Pazartesi

Kasımda Aşk Başka(sının)dır!


Benim yörüngemde en uzun gece; 21 Aralık değil, 19 Kasımdır
Ve Kasımda aşk; hep başka(sının)dır...
Bu yüzden;
Sana mutluluklar dilemenin vakti geldi dün'yalı

Aşk; bana...
Belki...
Belki yarına...

Belki;
Daha kısa bir gecede mesela...
...

-Zasta-

web sitemiz

http://www.murekkepyurekler.com/

Mürekkebi; kaleminden değil yüreğinden akıtanların dünyası...

20 Şubat 2011 Pazar

Saygıdeğer Sevgili;



Pardon!
Çok fazla vaktinizi almayacağız bayım
Bir dakikanızı ayırır mısınız lütfen?
Ruhum ve ben;
Yani biz;
Aşırı dozda şikayetçiyiz sizden,
Bayım; fena halde hükmettiniz.
Yokluğunuz; yerli yersiz yaralar açıyor ruhumda
Katı halde kanıyoruz.
Şimdi bunu kolaylaştırmanın yollarını arıyoruz
Biraz zor durumdayız anlıyacağınız...

Bir sakıncası yoksa;
Sizi yoğun halde sevmek niyetindeyiz...

Ve birkaç yüzyıl müsaitseniz eğer;
Başımı göğsünüze yaslayabilir miyim lütfen?

-Zasta-

14 Şubat 2011 Pazartesi

Belki mi Belli mi?



Uzaktan baktığında; 'belki' dersin aşka
Yakından baktığında 'belli'...

Senin olmayacağını bile bile
Amaçsızca gider gibi
A şehrinden B şehrine...
İlim dışı bir problem
Saçma bir işlem...

Aşk; iki koltuk arasında
Bir utangaç bakışta
Hatta bir kaç dakikalık saygı susuşunda
'Belki' midir yoksa 'belli' mi?

-Zasta-

TerörİSTanbul




-Bu şehrin nesi meşhur Dostum?
-Ayrılığı...

Bu yüzden yolda yürürken dostum;
İnsanların yüzlerine bakmamaya çalışırım hep.
Ve nerde aşka benzer birşey görsem,
Yolumu değiştiririm genelde.
Çünkü; anlıma yapışmış bu 'yalnızlık zanlısı' lekesi...
Korkuyorum!
Bir gün biri, fena helde terk edecek beni.
Sonra sığmayacağım bu şehrin duvarlarına.
Onun bunun yüreğine suikast planları yapacağım.
Belki bir beden patlatacağım.
Manşet düşecek beni sayfalar...

Dostum;
Bu şehir ayrılığıyla meşhurdur.
Biraz iç acıtır yani...
Biri, bir diğerini bırakıp gider ardında,
Herkes potansiyel bir katildir aslında...
Ve herkes;
Potansiyel bir yalnızdır aslında...

-Zasta-

12 Şubat 2011 Cumartesi

Mesafe



Göz ile pencere arasındaki o soğuk mesafede, hep biraz ıslak düşlerim seni bu saatlerde... Karanlık olduğundan kanayan yanlarımı ben bile görmem çoğu zaman, kalbim çok acıdığında anlarım sadece...
İçimde bir yer; çözemiyorum tam olarak. Ne zaman bulmaya çalışsam el yordamıyla, kana bulanır parmaklarım ve anlarım; kadınlar yalnızca bir kez kanamaz ayda! Her zaman ölmeye müsaittir iç kanamadan... Ki zaten hep vaktinden önce ayrılır bedeni ruhundan... Ne zaman tutunmak istese düş'lerine, tırnakları kanar, yırtar en acıtan yerinden kalbini...
Göz ile pencere, el ile telefon, ayak ile kapı... Uzullarımın uzanamadığı her obje her nesne... Şu aradaki mesafe... Hani içimdeki kadın kanıyor ya durmadan;
Ölçemediğimden...
Bedenimle dünya arasındaki mesafeyi ölçemediğimden...
Bedenimle 'sen' arasındaki mesafeyi ölçemediğimden...

..
Ve göz ile pencere arasındaki o soğuk mesafede, ıslak bir gecede seni düşlerken buluyorum kendimi. Ve ardından kaybediyorum yüreğimi...
Ben kimim?
Neredeyim?
...
...

-Zasta-

Şşş..

Bırakılır cami avlusuna kimsesiz bir kelime gibi,

Sözünü ettiğin herşey...


Konuşma!


Benzi atıyor edebiyatın.


-Zasta-

11 Şubat 2011 Cuma

Bir kağıt, bir çakmak, bir not...


...

Eşyalarını toplayışını izledim oturduğum yerden.
Şaşırdım; herşeyin, bir gün anlamını yitirebileceğine...

Kapı açıldı, gözlerimi kapadım..
Kötü olan ne varsa içeri girdi, açık bıraktığın kapıdan.
Aç bir hırsız gibi yalnızlık, aldı senden kalanları.
Sonra bir fırtına...

Yağmur yağdı...
Dedim ki:

-Tanrım; onu mu tutuyorsun sen? İhanetini temizlemek için mi bu yağmur?-

O günden beri çok yağmur yağdı bu şehre.

Ama hiçbiri temizleyemedi ellerinin yüreğimde bıraktığı bu lekeyi...

Ardından kapatmakla vakit kaybetmek istemediğin o kapı, hala açık.
Ben hala aynı koltukta oturuyorum ve unuttuğun 'üç şey'le yaşıyorum...

Artık; yalnızca yıldızlar ışıldıyor gecemde.
Gözlerin yok!
Yeşili;

Hiç yok!

...


-Zasta-

9 Şubat 2011 Çarşamba

Ela-Yeşil


Öyle bir gülüyorsun ki,

Kanatlanıp uçuyor sağ omuzumdaki melek.

Nurlar iniyor kirpiklerinden,

Bir ela bir yeşil yol açılıyor önümde,

-Gel- diyorsun;

Dudaklarından ışıltılar yükseliyor kulaklarıma,

Kıpırdayamıyorum...

Tüm güzelliğinle büyülüyorken beni böyle,

Söyle!

Seni, Tanrı değil de

Ben mi abartmış oluyorum?


-Zasta-

Zasta

http://www.facebook.com/pages/Ben-bir-yaziyim-yalnizca/126220190770943

Facebook kullanan arkadaşlarım yazılarımı buradan da takip edebilirsiniz.

8 Şubat 2011 Salı

Bir sabah


Bir sabah; uyanır uyanmaz masada duran bir defter, bir kol saati ve bir atkıyla gözgöze gelirsen eğer... Eğer yanındaki boşluk çoktan yitirmişse sıcaklığını ve yerleşmişse iliklerine göçebe bir sancı...
O vakit; gökyüzü, O’nun yüzü olur. Ve O’ndan, zembille bir melek(!) iner toprağın üstüne...
Toprak nur topu gibi bir yalnızlık doğurur ellerine...
O vakit; yeryüzü, O’nun yüzü olur. Yüzyıllardır suskun oturan bir yanardağ patlar bulutlara...
Bulutlar nur topu gibi bir ürkeklik doğurur gözlerine...
Bir sabah uyandığında, karşında gördüğün ve o an gayet normal gelebilecek bir manzara; masada duran bir defter, bir kol saati ve bir atkı; tüm ömrünü çalabilir bir anda ellerinden.
Ve yapacak hiçbir şey yoktur artık.
Doğduğunda gözlerine işlenmiş bu ürkeklik, boynunda asılı duran bu yalnızlık;
Bakıma muhtaç, aç...

Bir sabah; her zamanki gibi uyanırsın, fakat;
Her zamanki gibi uyuyamazsın artık...

-Zasta-

7 Şubat 2011 Pazartesi

Öyle'sin'e


Aşk; sınır tanımıyor.

Kara kaşa,

Uzun boya,

Yılların birikimine gerek duymuyor

Eros'un okları.


Ömründe beş saat bile görmediğin bi adamın

Ela-yeşil karışımı gözlerine,

Sağ elin kader çizgilerine

Ya da üzerinde turuncu rakamlar olan siyah bir bereye...
Herkese,

Herşeye aşık olabiliyormuş insan...


Ama,

Genelde kadın...


-Zasta-

Kundakçı

Çabuk silinmesini istiyorsan izlerinin;

Kalbinin dört odacığını birden ateşe ver .
Aç kapakçıklarını,

Tüm bedenine duman pompalansın.

Kül ve isden ibaret olsun artık herşey.

Ve sen; çaktığı kibritten hoşnut bir kundakçı edasıyla

Terket bu bedeni.
Özgürsün şimdi...


-Zasta-

Tut'ma beni

Sevgilim;
Uçsuz bucaksız gözlerinde yitirip en yeşil düşlerimi,
En samimi seviş(me)lerimi,
İnce parmaklarını dolayıp boynuma
Yüreğini çıkarıp koynumdan
Bırakıyorum kendimi,
Rakımı yüksek omuzlarından...
Tut'ma beni !!

-Zasta-

4 Şubat 2011 Cuma

Belki


Ebette ölmeyeceğim sen gidince,

Hatta yeniden aşık bile olacağım belki...


Ama hiçbir tavlada,

Sana yenildiğim gibi

Yenilmeyeceğim kimseye...


-Zasta-

2 Şubat 2011 Çarşamba

Sağanak


Beni biraz 'sensiz' buluyorlar bu ara,
Fazla tenha dolaşıyormuşum ortalıkta.
Kendi kendime konuşuyorum diye;
Deli yakıştırması yaptılar bana.
Herkes endişeleniyor,
Farkediyorum aslında...

Korkmayın;

- Buharlaştı yine ömrümden... Yağar yakında... -

-Zasta-

29 Ocak 2011 Cumartesi

Kana(tlan)ma!




Göğüs kafesimde rehin kalan kuş; Darcy' ye...

Seni gökyüzünden mahrum bırakmaya içim el vermiyor kuş. İçim; hiç elini uzatmıyor bana aslında... Ben hep yalnız kalıyorum, ne zaman kalabalık olmak istesem kendi coğrafyamda...
Uçup gitmeyeceğini bilsem, bir yol açardım sana kaburgalarımın arasından, kanatlarından; özgürlük yağardı ellerime...
Canım yanmıyor değil, ne zaman güneş doğsa bu şehre, içimi kemiriyorsun...
Kuş; sen çok uzaklardan geldin, saydın mı hiç üşüdüğün iklimleri?
Taa Kafkasyadan...
Ülkemin ücra bir köşesine, oradan şehrime, en son yüreğime...
Kuş; Tanrı bizi birleştirmek için o kadar zahmete girmişken; nasıl olur da bırakırım seni içimden?
Sana; hiçbir yerde göremeyeceğin bir gökyüzü düşlemişken...
Oldu mu şimdi bu yaptığın kuş?
Kanım, tenim yetmiyor mu sana?
Neden hayallerimden tüketiyorsun?

-Zasta-

28 Ocak 2011 Cuma

Dıııt! Dıııt! Dıııt!


Ne zaman sesini duymaya yeltensem;
Karşıma çıkan o 'meşgul' tonla tanışıyor kulaklarım.
Sana ulaştıramadığım her cevapsız aramada,
Cevapsız kalan her soruda...
Yatıştırıp kalbimin sana çoğalan atışlarını,
Beynimin sana açılan kıvrımlarını...

Bir kez daha aç yatırıyorum
Bedenimde terk ettiğin, bu ıslak çocukları...

-Zasta-

27 Ocak 2011 Perşembe

Darcy' ye



Buzlu bir camın ardında gibisin...
Hep ordasın,
Ama hiçbir zaman net değil...
Bıraktığın enkazı seyrediyorsun
Orman yeşili gözlerinle...
Her zamankinden daha da soğuk kanlı!
Söylemiştin sevgilim;
Ağlayamadığını biliyorum.
Bu yüzden sana kızmıyorum
Bu bir rahatsızlık sayılır aslında
Kalpsizlik !!!

Sesini duyuyor gibi oluyorum
Kulaklarım şenleniyor,
-Depresif- diyorsun bana...
-Depresif, abartıyorsun-...
İşte bu da benim rahatsızlığım sevgilim, biliyorsun...
Seni abartmak,
Sen yokken bile
Hayalini kurup seni yaşatmak.
Seni yanımda varsaymak
Parmakların sanki hala avucumdaymış gibi ellerimi sıkmak...
Kitaplarda bunu da okudun mu bilmiyorum sevgilim.
Bu hastalığa, hangi tedaviyi önerirsin?


Ey beyaz pelerinli büyücü;
Herkese dağıtırken güzellikleri o şifalı ellerinle
Paramparça ettiğin bir bedeni;
Yani beni...
Ne kadar sürede iyileştirirsin?

-Zasta-

Elma Değil Düşen, Bomba...


Artık masalların sonunda; gökten üç elma yerine
Üç bomba düşüyor Tanrım...

Biri; hiç tanımadığım bir çocuğun minik ellerine
Biri; hiçbir şey yapamadan ağlayan gözlerime
Diğeri de; yazdıklarından utanan kalemime...

Bir çocuğun ellerinden ne istiyor kulların?
Bombalar; öldürür Tanrım...
Onları da sen mi yarattın?

-Zasta-

26 Ocak 2011 Çarşamba

Bana Yalan Öğret


Ah benim vakitsiz giden sevgilim...
Söyle bana; hangi okyanus söndürür yüreğimde büyüyen bu yangını?
Parmaklarından avuçlarıma akan bu yokluk,
Bu boşluk...
Korkuyorum...


Cebime üç beş anı sıkıştır giderken,
Bana, kendimi avutabileceğim bir yalan öğret
Mesela; 'geleceğim' de...


-Zasta-